
Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli
İÇİNDEKİLER
Hoca Ahmet Yesevi
Muhammed Ali neslinden gelen ulu bir pirdir. Yesevîliğin piri devrin Kurbul Aktab’ı ve Kamil-i mürşit makamının sahibidir. 1093 yılında Türkistan da Sayram Kasabasında doğmuştur. Manevi eğitimini Aslan babadan almış Türk boylarının İslami benimsemesinde büyük etkisi olan Ahmet Yesevi Türkçe yazmış olduğu “Hikmet” adı verilen doğuşları daha sonra Divan-ı Hikmet adı altında toplanmıştır. Yesevi öğretisi başta Horasan olmak üzere İran, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlara kadar uzanan bir alanda etkili olmuş ve bölge halkının manevi eğitiminde önemli rol oynamıştır. Devrin Ehlibeyt ocakları ve dergahları Ahmet Yesevi’nin çevresinde birleşmiş ve gerçek İslam’ın hayat bulmasında önemli görev üstlenmiştir. Kadın erkek eşitliği, vahdeti vücud, Tevhid, Enel Hak, dört kapı kırk makam öğretisi, aşk ile erenlerin yolu, gönüllerde yeniden hayat bulmuştur.
Ahmet Yesevi Ehlibeyt, 12 İmamlara hem soy hem de yol olarak bağlıdır. Özellikle İmam Rıza ve Hallaç-ı Mansur’un Orta Asya ve Horasan’da yaptığı etkinin derin izlerini Ahmet Yesevi’de görmek mümkün.
Ahmet Yesevi, kendisinden sonra Anadolu ve Balkan’ları irşat edecek Hacı Bektaş-ı Veli’ye Muhammed Ali’den gelen emanetleri bırakmıştır. Saru Saltuk, Şıh Hasan, Demirci Baba (Deliorman), Avşar Baba (Niyazabad), Pir Dede (Merzifon), Akyazılı Sultan(Varna), Geyikli Baba (Bursa), Abdal Musa (Antalya-Elmalı), Baba İlyas (Amasya), Horos Dede (İstanbul), Emir Sultan (Yozgat), Gaj-Gaj Dede Tokat, Şeyh Nuster (Zile) gibi Orta asya ve Horasan’dan gelen tüm erenler Ahmet Yesevi’ye bağlıdır.
1166 yılında vefat etmiş olan pir-i Türkistan namı ile de bilinen Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi Türkistan şehrindedir. Türkistan pirlerinin piridir. Kutbul Aktab zamanın manevi önderidir. Timur Han tarafından kendisine yapılan türbede makamı bulunmaktadır. Ahmet Yesevi’nin Anadolu’da Kırıkkale’de oğlu Haydar Sultan’ın makamı bulunmaktadır. Ayrıca Ahmet Yesevi soyundan gelen bir ocak Tunceli ilinde bulunmaktadır. Ahmet Yesevi ocağı olarak anılan bu ocak mensupları Ahmet Yesevi soyundan gelmektedir.
Aslan Baba ile gelen Muhammed Ali Yolu
Ahir zaman ümmetleri dünyâ fâni bilmezler
Gidenleri görürler de ondan ibret almazlar
Erenlerin kıldığını görüp rağbet etmezler
Arslan Babam sözlerini dinleyiniz teberrük
Ahmet Yesevi – Hacı Bektaş-ı Veli
Hacı Bektaş Veli Velâyetnâme’sinde Hacı Bektaş’ın Mürşit’inin Ahmet Yesevi olduğu açık olarak anlatılır. Yüzyıllar boyunca bu bilgi nesilden nesle anlatılır ve yaşatılır.
Velâyetnâme’de Ahmet Yesevi’nin Hacı Bektaş Veli’yi yetiştirdikten sonra ona kutsal emanetler vererek Anadolu’ya göndermesi, Hacı Bektaş Veli’nin de velâyet ve kerametler göstermesi anlatılmaktadır. Velayetname tarihi bir kitap değil manevi yani gönül alemini anlatan batini yönü olan bir kitaptır. Velayetname gönül penceresi ile okunmalıdır.
Kutbetddin Hayder’in Bedahşan savaşına gitmesi
Ahmet Yesevi Horasan ülkesine valiydi. Bedahşan ülkesinin haklı ise kafirdi. Horasan iline akın eder, inananların mallarını yağmalardı. Horasan halkı bu durumdan gelip Ahmet Yesevi’ye şikayet edip çare bulmasını istediler. Ahmet Yesevi, oniki yaşındaki nefes evladı Kutbettin Hayder’e kılıç kuşatıp, tuğa ve alem vererek başına erlik tacı giydirdi. Altıbin er ile Bedahşan iline yürüdüler. Bedehşan beyi ordu topladı ve iki ordu karşı karşıya geldi. Kafirler kırıldıkça çoğaldı, Tanrı yardım etmedi, sonunda altıbin er kırıldılar. Kutbettin Hayder’i kutsak edip çırıl çıplak bir mağaraya hapsettiler. Kutbettin Hayder yedi yıl mağarada kaldı saçları döküldü.
Kafirler onun yokluğundan faydalanarak Türkistan iline saldırıp ili harap ettiler. Bu saldırılara karşı koyacak kimse kalmadı. Horasan halkı Ahmet Yesevi’ye gelip şikayet ve sitemde bulundular, Horasan halkı hep senin kisveni giymiştir, bize yardım et dediler. Ahmet Yesevi hem oğlunun üzüntüsünden, hem de halkın feryatlarından çok üzüldü ve kendisi de yaşı ilerlemişti ve ata binemiyordu. “Ey herkesin sırrını bilen Tanrı dedi, Adem’den Muhammed’ kadar bütün peygamberlerin, hakkında “Hele ta” süresi inen, şanında “La Feta” denen Mürteza Ali’nin hakkı için, Ehl-i Beyt’in hürmeti için bana bir kulunu gönder de Müslümanlara yardım etsin.”
Ahmet Yesevi’nin bu münacatını Tanrı Hacı Bektaş-ı Veli’ye ilham etti. Bektaş, Ahmet Yesi’ni dergahına geldi, eşiğine yüz sürdü, kapıda peymançeye durdu. Şehy’te Hacı Bektaş’ı görünce mülk ıssı geldi diye sevindi. Ahmet Yesevi, – Ya Bektaş, Tanrı seni mülke sahip etti. Önce Bedahşan ilini fethet, kafirin kanını yere saç, Arslan gibi bir nefes oğlum var, adı Kutbettin Hayder”…oğlumu kurtar, ded,.
Hacıbektaş, Ahmet Yesevi’nin elini öperek Şahin şekline girdi ve Bedahşan iline uçtu. Ahmet Yesevi’nin dervişleri ise biz yıllarca Ahmet Yesevi’nin dergahında hizmet ederiz, çıplak bir abdal geldi Şeyhimiz ona itibar etti, hiç birimize itibar etmedi, ona mülkün ıssı dedi diye Şeyhi saymaz oldular. Hacı Bektaş süzülüp mağaranın üstüne konup içeri girdi. Kutbettin Hayder’in ağız yağını alıp başına sürdü ve başının kelliği gitti. Hacı Bektaş Hayderi’i kucağına aldı, yum gözünü dedi. Hayder gözünü açınca kendisini Ahmet Yesevi’nin tekkesinde buldu. Hacı Bektaş tekrar mağaraya giderek dua etti, Mağaranın önüne yedi başlı bir ejderha geldi, Bedehşan’a güneş doğmadı, sular kesildi, bereket olmadı. Bu tam bir yıl sürdü. Hacı Bektaş bir yıl mağarada Bedahşan ilinin halkını defalarca imana getirdi, ve devalarca Bedahşan halkı imanından vazgeçti. Hacı Bektaş sonunda bu ejderha kafirleri yutsun diye dua etti, ejderha kafirleri yuttu. Bedahşan halkı imana tekrar geldi. Hacı Bektaş, Bedahşan halkına islam’ı öğretti ve beyliği tekrar eski beye verdi. “Beni arayan Ahmet Yesevi dergahında bulsun” dedi ve silkinip güvercin olup uçtu gitti.
Ahmet Yesevi’nin Emanetleri Hacı Bektaş-ı Veli’ye vermesi
“Kabul edilen görüşe göre iki cihanın kutuplarının kutbu, doksan dokuz bin Türkistan pîrlerinin sultanı, Hoca Ahmed Yesevi, Muhammed Hanefi soyundan, yüce bir seyyiddir.
Sekizinci İmam, Sultan-ı Horasan Ali İbn-i Musayyü’r-Rıza’dan icazet almıştır. Türkistan’ın Yesevi şehrine yerleşmişti. Dergâhları oradaydı, velâyet ve kerametlerinde emsalsizdi. Eğer velâyet ve kerametleri anlatılacak olsa, lâyıkıyla anlatabilmek mümkün olmaz. Sultan Hoca Ahmed Yesevi Hazretleri’nin velâyet ve kerameti görüldüğü ve doksan dokuz bin halifesi olan bir kişiydi. Bu sebeple, Türkistan pîrlerinin başı olarak anılır. Tanrı ilimlerini bilenlerdendi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde benzersiz kâmillerdendi.
Âlimler onunla tartışacak bilgiye sahip değillerdi. Bilgisiyle hepsini susmaya mecbur ederdi.
Allah’a daima ibadet eden birisiydi.
Bir an bile ibadetten, Allah’ın huzurunda olmaktan geri kalmazdı. Oldukça dünya hırsından uzak, Allah’a yakın bir kimseydi. Dünyalık toplamaktan uzak bir kişiydi. Kendi kazancını yer, yedirirdi. Müslümanların sadakalarından, kurbanlarından ve çeraktan ne gelirse mutfakta pişirir; fakirlere, gelen ve gidenlere yedirir, içirirdi.
Sofrası açık birisiydi. Misafir ve çevreden gelenleri, yemeksiz göndermezdi. Sofra kurulduğu zaman, kendisi bunlardan yemezdi. Geçimini kâşık ve kepçe yapmak suretiyle sağlardı. Bir öküzü vardı. Yonttuğu kâşık ve kepçeleri bir heybeye, heybeyi de öküzünün üzerine koyar, çarşıya gönderirdi. Halk kaşığın ve kepçenin fiyatının ne olduğunu bildiği için, satın alan olursa bedelini heybeye koyardı.
Eğer kaşıkların ücretini ödemeyen olursa, öküz onun arkasından ayrılmazdı. Çevredekiler ücreti ödemediği için takip ettiğini anlarlardı. Halk da o kişiden ücreti alıp heybeye koyardı. Ancak o zaman öküz onu takip etmekten vazgeçerdi. Akşam olunca öküz, Hoca’nın yanına geri dönerdi. Heybedeki parayla yiyecek alır, pişirirdi. Hoca Ahmed Yesevi kendi öz kazancı olanı yerdi…
Hoca Ahmed Yesevi’nin velâyeti çoktur. Merak edenler okuyup öğrenebilirler. Hoca Ahmed Yesevi’nin başında olan elifi tâcı vardı. Elifi tâc, hırka, çerâğ, sofra, alem, seccâde Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla, Hazreti Muhammed’e, ondan da Hazreti Ali’ye geçmiştir. Halifelik işaretidir.
Hazreti Ali’den de, İmam Hüseyin’e, Zeynel Abidin’e, Muhammed Bakır’a, Cafer Sadık’a, Musa Kâzım’a, ondan sekizinci imam Ali Rıza’ya, ondan da doksan dokuz bin Türkistan pîrinin pîri olan Ahmed Yesevi’ye ulaşmıştı. Hepsi Ahmed Yesevi’nin dergâhında bulunmaktadır.
Onları hiçbir halifesine vermemişti. Soranlara da “Sahibi vardır.” derdi. Rivayet ederler, bir talip Hocanın yanına gelse, orada hazır olan ne varsa ona giydirirdi. Hatta bazen talibin kurbanı yendikten sonra postunu, taç şekline getirip tekbirleyip, başına giydirirdi.
O talip, kendisine kisve edinirdi. Birgün halifeler elifi tâc, hırka, çerâğ, sofra, alem ve seccâdeden oluşan manevî emanetleri Ahmed Yesevi’den isteyip, içlerinden birine verilmesini rica etmeye karar verdiler. Doksan dokuz bin halife bu niyetle sabah namazını kıldıktan sonra, herkes seccâdesini serip oturdu. O meydana hepsi sığabildi. Ortaya da büyük bir ateş yakmışlardı.
Dualar edildikten sonra, Hoca bu halifelerin yüzüne baktı, onların kafasından geçenler kendisine malûm oldu. Halifelerine “Gönlünüzden geçeni söyleyiniz.” dedi. Halifeler de daha önce karar verdikleri gibi o dört övünç kaynağı olan manevî emanetleri, kendilerinden uygun gördüğü birisine vermelerini istediler. Sadık muhiblerden birisi de, elinde bir miktar darı ile oraya gelmişti. O darıyı meydana dökmeye başladı.
Darılar yığın haline geldi. “O manevî emanetleri istiyorsunuz. Bu ancak bir şartla olur. İçinizden hanginiz bu darı yığınının üstüne çıkacak, iki rekât namaz kılacak ve hiçbir darı tanesini de yerinden oynatmayacak. Yerine oturduktan sonra da elifî tâç kendiliğinden durduğu yerden kalkıp onun başına, hırka üzerine gelecek. Çerâğ kendiliğinden yanacak, sofra da kendiliğinden meydana gelip, kurulacak, alem de kendiliğinden gelecek, seccâde kendiliğinden gelip altına serilecek. Bunlar hanginizde olursa emanetler onun hakkıdır.” dedi.
“Ama siz yine de zahmet etmeyin, bunların sahibi vardır, birazdan gelir.” dedi.
Orada hazır bulunan doksan dokuz bin er, bu sözleri işitince utandılar ve başlarını öne eğdiler. Kimse ben yapabilirim deyip öne çıkamadı. Sohbet bu şekilde devam ederken “selâm u sabahu’l-aşk” diyerek gelen Hünkâr Hacı Bektaş Veli, bir yer bulup oturdu. Bu sohbet sırasında Türkistan erenleri Ahmed Yesevi Hazretlerinden o dört övünç kaynağı manevî emaneti istemek için toplanmışlardı. Ahmed Yesevi’ye bu durum malûm olmuştu.
Hacı Bektaş Veli, bu olaydan dolayı Horasan’dan Türkistan’a Hoca Ahmed Yesevi’nin yanına geldi. Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş Veli’nin geldiğini görünce ayağa kalktı, selâmını aldı. Doksan dokuz bin halife de Hoca’nın ayağa kalktığını görünce onlar da ayağa kalktılar. Hoca Ahmed Yesevi, Hünkâr’ı yanına getirdi ve “İşte o manevî emanetlerin sahibi geldi.” dedi. Hazreti Hünkâr meselenin ne olduğunu sordu. Kendisine olanı biteni anlattılar. Hoca Ahmed Yesevi “Ey Bektaş el-Horasanî” deyince, Hünkâr ayağa kalktı, Hoca Hazretlerinin önüne geldi, seccâdeyi eline aldı, o darı yığınının önüne geldi. “Bismillâh ve billâh” deyip seccâdeyi serdi ve üzerine çıkıp iki rekât namaz kıldı. Sonra gelip yerine oturdu. Darı yığınından bir tane bile yerinden oynamadı. Elifi tâç kendiliğinden hareket etmeye başlayınca oradakiler dehşete düşüp, salâvât getirdiler. Tâç havadan kuş gibi uçup Hünkâr’ın başına kondu.
Daha sonra, hırka da hareket edip Hazreti Hünkâr’ın önüne geldi. Çerağın da birden bire yandığını gördüler. Durduğu yerden kalkıp Hazreti Hünkâr’ın başının üzerinde dikildi, durdu. Seccâde de bulunduğu yerden kalkıp Hacı Bektaş Veli’nin altına döşendi.
Daha sonra Hünkâr Hacı Bektaş Veli, bu manevî emanetleri Ahmed Yesevi’nin önüne koydu. Hacı Bektaş Veli, erkâna uygun bir şekilde tıraş edildi ve Ahmed Yesevi’ye biat etti. Ahmed Yesevi ona dört manevî emanet ve bir icazet verdi. Kendisine: “Ey Bektaş işte nasibini aldın, müjdeler olsun, kutbü’l-aktablık senindir, kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra biz burada çok kalmayız, ahirete göçeriz. Seni Rum’a (Anadolu’ya) gönderiyoruz. Suruca Karahöyük’ü de sana yurt verdim. Rum (Anadolu) abdallarına seni başkan yaptık. Orada gerçekler (ermişler), abdallar ve sermestler çoktur. Doğru meşrepleri ve yol soyları Muhammed Ali’ye çıkar. Fakat tarikat bilgileri azdır. Seni onlara baş yaptık. Artık burda kalma, yola çık.” dediği anlatılır.
Hazreti Hacı Bektaş Veli, Sultan Hoca Ahmed yanından ayrılarak Türkistan’dan Rum’a (Anadolu’ya) doğru yola çıktı. Önce Hac için Kâbe’ye gitti.
Ahmet Yesevi’nin doğuşları veya hikmetleri
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip Sözü didar isteyen herkes için söyleyip, Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen; Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu; Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen; Medine’ye Resûl varıp oldu garip; Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla; Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim; Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil; Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden, İmanıma çengel vurup gamlı kıldı; Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm; Garip, fakir, yetimleri her kim sorar, Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim; İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum; “Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim; Zikrini tamam edip döndüm divaneye; Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum; Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı; Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti; Eya dostlar, kulak verin dediğime, Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual; Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır; Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi; “Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı; “Rahim içinde belir” diye nida geldi; Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak; Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm; Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm; Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan; |
Ey dostlar temiz aşkını ele aldım Bu dünyayı düşman tutup yürüdüm ben işte Yakam tutup hazretine sığınıp geldim Aşk kapısında Mansur gibi oldum ben işte Aşk yolunda aşık olup Mansur geçti Belini bağlayıp Hakk işini sıkı tuttu Melametler ihanetler çok işitti Ey müminler hem Mansur oldum ben işte Aşık Mansur “Enel Hakk’ i dile getirdi Cebrail gelerek “Enel Hakk”ı beraber söyledi Cebrail gelerek başın ver deyip yola saldı Darağacına asılıp cemalini gördüm ben işte Mansur gelince darağacı eğilip kendi aldı Batın gözü açık olanlar hayran kaldı Işık salıp Allah kendisi nazar eyledi Ey sevgili deyip cemalini gördüm ben işte Nida geldi o darağacına çok boğma” diye “Sıkı dur her yan bakıp sen ağma”diye Taşa dedi “Emrimi tutup sen değmeyesin” Levh-i Mahfuz tahtasında gördüm ben işte Üçyüz molla yığılıp yazdı çok rivayet Şeriatdır ben de yazayım bir rivayet Tarikatda hakikatda haktır himaye etmek Başımı verip Hakk sırrını bildim ben işte “Enel Hakk’ın manasını bilmez cahil Bilge gerek bu yollarda mertlerin denizi Akıllı kullar Hakk yadını dedi sevgili Candan geçip Sevgili’yi sevdim ben işte İma eyledim bilge olsa ibret alsın Zahir ilminden yazıp söyledim işaret kalsın İnci gevher sözlerimi gönlüne koysun Halden deyip aşıklara verdim ben işte Sahibsiz Mansur hor görülmekle oldu tam Bir söz ile dostlardan oldu ayrı Kalb halini hiç kimse bilmez Tanrım tanık Kanlar yutup ben hem tanık oldum ben işte Şeyh Mansur’un “Enel Hakk”ı yersiz değil Yolu bulan bize benzer günahkar değil Her soysuzlar bu sözlerden haberli değil Haberli olup Hakk kokusu aldım ben işte Bir gece seherde garip Mansur çok ağladı Işık salıp Allah kendisi rahmeyledi Ondan sonra kırklar bakarak şarap verdi Bilgelere bu sözleri dedim ben işte Cahillere essiz sözüm hayfı hikmet İnsanım deyip belini bağlar hani himmet Dünya için birbirine eylemez şefkat Zalimlere esir olup öldüm ben işte Zalimlerde had ne ola bizde günah Dervişlerin huyu kötü, geçmez dua O sebepten sultan kılar bize cefa Ayet hadis anlamından söyledim ben işte Zalim eğer cefa eylese Allah de Elini açıp dua eyleyip boyun eğ Hakk yardımına yetmez olsa endişe eyle Hakk’dan işitip bu sözleri söyledim ben işte Zalim eğer zulüm eylese bana ağla Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla Haram şüphe terk ederek yürek dağla Zalimlere yüzbin bela verdim ben işte Zalimlerin yakınlığı nedir ben yaratan Yaradan’ı aklına getirmeden sen unutan Benden vazgeçip zalimlerin elini tutan Zalimlere kendim kıymet verdim ben işte Sana ceza Yaradan’a yalvarmadın Allah deyip geceleri kalkıp inlemedin Gerçeklerden sözler söyledim işitmedin Zalimlerin elini uzun kıldım ben Ey habersiz Hakk’â gönül yürütmedin Dünya haram ondan gönül soğutmadın Nefsden geçib Allah’a doğru yönelmedin Bu nefs için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte Zalimleri şikayet etme zalim kendin Huyun riya etki etmez halka sözün Dünya malını dolu verdim doymaz gözün Harisleri “Siccin” içine saldım ben işte Kızıl dudağı hareketlenip söyledi seni Can ve kalbim ümmetlerinin gözünün aydınlığı Hakk’a kul bana ümmet olan hani Gerçek ümmetin sinesine koydum ben işte Kul Hoca Ahmed Hakk sözünü söyleyip geçti Aynel-yakin tarikatta bozlayıp geçti İlmel-yakin Şeriatı gözleyip geçti Hakkel-yakin hakikatından söyledim ben işte Gidenleri görürler de ondan ibret almazlar Erenlerin kıldığını görüp rağbet etmezler Arslan Babam sözlerini dinleyiniz teberrük. Ahmet Yesevi’nin doğuşları veya hikmetleri |
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi; Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi; Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım; Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan; Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu; Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı; Namazını kılıp yerden kaldırdılar; Allah Allah, yer altında vatan kıldı; Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen; Sekizimde sekiz yandan yol açıldı; Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin; Dokuzumda dolanmadım doğru yola; On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet; |
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi; On birimde rahmet denizi dolup taştı; On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim; On beşimde hûri, gılman karşı geldi; On altımda bütün ruhlar nasip verdi; On sekizde kırklar ile şarap içtim; On dokuzda yetmiş makam gösteriverdi; Yaşım yirmiye ulaştı, makamlar aştım; Mü’min değil, hikmet işitip ağlamıyor; Rivayeti görüp Hak’la söyleştim ben; Kul Hâce Ahmed, oldu yaşın yirmi bir; |
Kaynak : Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi
Kaynak : Ahmet Yesevi Divan-ı Hikmet
Verdiğiniz tarihlerin doğru olduğunu önce siz kanıtlayın. Gerçekler güneş misalidir. Gerçekler nuruna vakıf olmuş ulu kişilerden gelen bilgileri bizler yayınlıyoruz. Ayrıca mana aleminde neler olduğu konusunda bir bilginiz var mı? Batın aleminin sırlarına bir vakıf olun o zaman gerçekleri anlarsınız…Ahmet Yesevi hazretleri konusunda uzman olanlardan biriside Sayın Namık Kemal Zeybek’tir. Sayın Zeybek verdiğiniz tarihi Ahmet Yesevi’nin dergahının altındaki çilehaneye çekilme tarihi olarak verir. Ayrıca Hacı Beştaş-ı Veli gibi velayet nuruna sahip ulu bir kişiden gelen bilgilere bizler inanır ve iman ederiz.
http://www.anayurtgazetesi.com/yazar/Ahmet-Yesevi-ve-Haci-Bektas-Veli-1-/27746/
1166 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuş biri 1209 doğumlu Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’ye nasıl emanet bırakmış açıklar mısınız? Gerçekleri saptırmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz?