İmam Hüseyin Oğlu Ali Ekber’in Şehadeti
Hz. Hüseyin’in kimsesi kalmamıştı. Eli silah tutan herkesin şahâdetini tek tek gördü, tek tek yaşadı. Her şahadette bin kez onlarla birlikte şehit oldu. Ölümün karanlık yüzünü binlerce kez gördü ve tattı. Kerbela demek gözyaşı demekti, figan demekti, ağıt demekti, kan ve zulüm demekti. Bu zulmü İmam Hüseyin, tâ yüreğinde hissediyordu.
Çöl sıcaktı, çöl bunaltıcıydı. Çadırların arkasına döndü ve haykırarak ağlamaya başladı. Her taraf şehit kanlarıyla sulanmıştı. “Ah dedem Muhammed! Ah babam yiğit Ali! Neredesiniz?”
İmam Hüseyin’in büyük oğlu Ali Ekber karşısındaydı. Henüz 18 yaşındaydı, gençti, yakışıklıydı. Büyük dedesi Hz. Muhammed’e benziyordu. Rivayet ederler ki, Ali Ekber henüz on sekiz yaşında olup sümbül kokulu saçları, yanağının gülleri üstüne gölge salmakta idi ve etrafındaki lâle bahçeleri taze menekşelerle süslenmişti.
Ne zaman ki, Resulallah’ın sesini ve sözünü duymayı arzulasalar, onun şekerler dökülen gül dudaklarını açtırıp konuştururlardı. Ne zaman ki, kâinatın efendisinin yüzünü görmeyi arzulasalar, onun yüzünden sevinç nurları aksettirirlerdi.
Ali Ekber, “Ey Baba! Ben o kadar zulum, o kadar kan gördüm ki, benden başka eli silah tutan kalmadı. Senin şahadetini görmek istemiyorum, buna dayanamam, bana, izin ver baba” diyerek savaş meydanına çıkmak için izin istedi.
“Ey oğul! Senin gördüklerini ben yaşamadım mı, ben görmedim mi? Her şehidin şahadetinde ben de milyon kez şehit oldum oğul! Hani nerede Abbas, hani nerede Kasım, hani nerede Hür! Hepsi kefensiz olarak şurada yatıyorlar oğul!…”
İmam Hüseyin, “var git zırhını getir, seni kendi ellerimle giydireceğim oğul” dedi Hüseyin, babasının yeşil sarığını oğlunun başına giydirdi, yine babasından yadiğar kalan kemeri oğlunun beline bağladı, saçlarını düzeltti, zırhını giydirdi. Kız kardeşi Zeyneb ve Annesi Şehriban’u bu manzarayı görünce, feryatlara başladılar.
Sarılmışlardı Ali Ekber’e, İmam Hüseyin, sarılmıştı oğluna. Dudakları çatlak çatlaktı. Alev alev yanıyordu. Annesi Şehriban’u, bırakmak istemiyordu. Annesinin ve halasının ellerini, yüzüne sürdü. Atına atladı ve doludizgin düşman saflarının üzerine sürdü atını.
Ali Ekber, her tarafı dolaşıp kahramanlıklar gösterdikten sonra Yezid ordusunun önüne gelip adını ve sanını söyledikten sonra şöyle seslendi: “Takva dalının çiçeği benim! Hüseyin Ali Murtaza’nın oğlu benim! Ey Allah’tan korkmaz, Resulü Ekrem’den haya etmez insanlar!.. Babamın yanında bir tek ben kaldım. Beni de öldürünüz de, babamın felâketini görmeyeyim” diyerek öyle bir nâra attı ki, Ali Ekber’in acıyla söylediği bu sözler, düşman safları üzerinde etki yapmıştı. Hiç kimse Ali Ekber’in karşısına çıkmak istemiyordu.
Ali Ekber, daha fazla beklemeden düşman saflarının içersine daldı, kahramanca dövüştü, bu arada yaralar da almıştı. Babasını ve Ehl-i Beyt kadınlarını bir daha görebilmek için atını çadırlara doğru sürdü. Babasının yanına gelince, “Babacığım! Susuzluk beni helâk ediyor. Ve demirlerin ağırlığı altında eziliyorum! Eğer bir damla su ile ateşimi yatıştırmış olsaydım, düşman askerini tufana boğardım!” diyerek feryat ediyordu.
Hz. İmam Hüseyin, mübarek elleriyle oğlunun yüzünü tozlarından temizledi. Ali Ekber, tekrar savaş meydanına döndü ve peş-peşe pek çok düşman askerini saf dışı bıraktıktan sonra, üzerine gelen binlerce düşman askerinin savurduğu kılıç ve mızrak darbeleriyle pek çok yaralar almıştı. Buna rağmen, hiç telaş etmeden, aynı dedesi Murtaza gibi savaşıyordu. Bir ara, aldığı yaraların acısı ile inledi: “Ah Kerbü-belâ ah.! Ah susuzluk ah!..”
Henüz atın üzerindeydi Ali Ekber, henüz düşmemişti. Çadırlara döndü baktı. Anasını düşündü, “babam ne haldedir” dedi. Sürdü atını çadırlara doğru, viran olmuştu. Kanlar içindeydi, başını kaldırıp çadırları görmek istedi, kanlar sızıyordu yaralarından. Gözleri görmez olmuştu, attan düşmek üzereyken, bağırdı: “Edrikni baba. Edrikni baba!.. (Yetiş baba, yetiş baba)
İmam Hüseyin, feryadı duymuştu. Evladının sesini duyabilmek, son bir kez daha duyabilmek için kendinden geçmişti. Feryatla atına atladı, delicesine sürüyordu, Ali Ekber’ine yetişmek istiyordu bir an önce. Son kez bir daha bağrına basmak istiyordu oğlunu. Atı Ali Ekber’in başındaydı, bırakmıyordu onu. İmam Hüseyin, feryatla atından indi: “Yetiştim oğul, yetiştim!” diyerek kucakladı oğlunu, yüzündeki kanları sildi, başını kucağına aldı, artık dayanamıyordu.
Kerbelâ çölleri inliyordu, feryatları duyuyordu. Ali Ekber, gözlerini açmaya çalıştı, son kez babasını görmeye çalıştı, ağzını açtı… “Baba su su” diyebilmişti.
İmam Hüseyin, yüzüğünü çıkardı, dudaklarına değdirmeye çalıştı.”Sabret ey ciğer köşem sabret! Senin için kevser şarabı hazırdır!” diyerek oğlunu teselli etmeye çalıştı. Ali Ekber bu müjdeyi alınca, tekrar atına atlayıp düşman saflarının içine sürdü. Ancak, düşman aman vermiyor, kudurmuşçasına saldırıyorlardı. Bu gidiş Şehzadenin sonu olmuştu, pek çok yara almıştı, artık dayanamıyordu, Atından düşmek üzere iken, “Ya ebtâ edrikni! (Ey babacığım! Beni bul!)” diye feryad etti.
Hz. İmam Hüseyin, o mazlumun feryadını duymuş, ihtiyarsız olarak savaş meydanına koştu ve o selvi boyluyu, topraklar üzerinden kaldırıp çadırlara götürdü. Yanağını yanağına sürerek, “Ey gönlümü bağladığım oğul!.. Ne olur biraz konuş” diye oğluna sesleniyordu. İmam Hüseyin’in feryadına, çöl isyan ediyordu. Ali Ekber’in kanlı vücudu, cansız olarak kucağındaydı.
İmam Hüseyin, kaldırdı başını havaya, açtı ellerini: “İnna Lillah İnna İleyhi Raciun” (Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz.)
Hakkı SAYGI (Baba)