Hür (Har) İbni Riyahi Kimdir?

Example HTML page

Hür (Har) İbni Riyahi Kimdir?

Hz. İmam Hüseyin, Kerbelâ’ya gelmişti. Fırat suyu yakındı, Yezid, İmam Hüseyin’in Mekke’den ayrıldığını öğrenmişti. Ehl-i Beyt kervanı yollardaydı.

Hz. Hüseyin, yolda Müslim Akiyl ve oğullarının şahadetinin haberini almıştı Geri dönmek için ısrar edenlere; “Yezid’in hüküm sürdüğü her yer bizim için tehlikedir, geri dönmek neye yarar ki!” diyerek, yoluna devam ediyordu. Kafilenin üstünde bir hüzün vardı. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı, geceler haindi, geceler karanlıktı, yol yoktu! Gidilecek, sığınılacak bir yer yoktu! Bastıkları yeri göremiyorlardı.

Hür ibni Riyahi, üç gündür çöllerdeydi, İbni Ziyad’ın görevlendirdiği askeri müfrezenin komutanıydı. Akşama doğru, çölün sakin ve tenha ufuklarında Ehl-i Beyt kervanını görmüşlerdi.

İmam Hüseyin’in kervanı, gelip bir kuyunun başında konakladılar. Hür kervana doğru ilerledi ve İmam Hüseyin ile karşılaştı.
İmam Hüseyin: “Ben Resûlü Ekrem’in torunu, İmam Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’im, ya sen kimsin?” diye sordu.
Hür ibni Riyahi: “Ya İmam! Ben Hür bin Riyahi’yim” diye cevap verdi.
İmam Hüseyin: “Ya Hür! Bana yardıma mı geldin? Yoksa benimle çarpışmağa mı?” diye sordu.
Hür: “Ya İmam! Übeydullah bin Ziyad tarafından senin yanında bulunmağa ve senin Küfe’den bir başka yere gitmene müsaade etmemeğe memurum ve yarın sabah seni Küfe’ye götüreceğim” dedi.
İmam Hüseyin, Hür’e: “Ey Hür! Biz ne yaptık ki, bu zulüm bize reva görülür? Siz ki Küfe halkısınız, bana pek çok mektuplar gönderip, muhabbetinizi arz edip “Uyacak bir İmamımız yoktur” diye benim burada bulunmama lüzum gösterdiniz, hâlâ bu kararda iseniz, ben üzerime düşeni yaptım. Siz de kendinize düşeni yerine getirin” dedi.
O vakit Hür: “Ey Ali oğlu Hüseyin! Benim bu bahsettiğin mektuplardan haberim yoktur” dedi.
Bu arada Küfe tarafından altı atlı gelip Hür’e bir mektup verdiler. Mektup, Übeydullah bin Ziyad’dan idi ve mektupta: “Ey Hür! İmam Hüseyin’e hangi konak yerinde erişirsen, derhal kendisiyle görüş ve onu bu taraflara getir” deniyordu.
Hür, mektubu İmam Hüseyin’e okuduktan sonra, gözlerini tek tek bu mazlum ve sefil ailenin üzerinde gezdirdi, mahzunlaştı: “Ne yapmamı istersiniz?” dedi.
İmam Hüseyin: “İzin ver gideyim” dedi.

O vakit Hür: “Ey Haşimi Peygamberi’nin can varlığı! Ben şu dakikada nasıl hareket edeyim? Eğer seni serbest bıraksam Übeydullah bin Ziyad’dan korkarım. Seni yakalayıp götürsem, Allah’tan korkarım. Ama Allah korkusu, Ziyad’ın korkusundan üstündür” dedikten sonra şu teklifi getirdi: “Ben derim ki, harem kadınlarını askerlerden uzaklaştırma bahanesiyle, sizin ordunuz bizim ordumuzdan biraz uzaklaşsınlar. Gece karanlığı basınca da ne tarafa gitmeyi isterseniz, gidersiniz” dedi

Hz. İmam Hüseyin, hikmetin sırlarını açığa çıkarmak için, bu teklifi uygun bulup, bir miktar uzaklaştılar. Askerlerin derin uykuya daldıkları bir saatte de Mekke’ye doğru yola koyuldular.

Bu sırada dörtnala bir atlı yaklaşıp, Hür’e bir mektup uzattı. Hür, mektubu okudu. Mektup İbni Ziyad’tan geliyordu. İbni Ziyad, onu görevden almıştı, Hür çaresizdi.

Diğer taraftan İmam Hüseyin ve kafilesi, gece boyu yol aldılar. Ertesi gün sabah olduğunda öyle bir yere geldiler ki bu konak yerinden ileri gitmeğe ruhsat yoktu.
Hz. İmam, bindiği atı, her ne kadar yürütmek istedi ise de at bir adım dahi atmıyordu. O, vakit atından inip, “Ey göçüp konduğumuz yerleri bilen kişiler! Bulunduğumuz bu yer neresidir?” dedi.

Bilenler: “Buraya Mariye toprağı, derler” diye cevap verdiler.
İmam Hüseyin: “Buranın bir başka adı daha olacaktı?” diye sordu. Cevap verdiler: “Evet! Buranın diğer bir adı da Kerbelâ’dır” dediler. İmam Hüseyin: “Allah’u ekber! Burası kerb ve belâ toprağıdır!” dedi.

İbni Sa’d, Ömer bin Haccac’ı beşyüz kişilik bir kuvvetle Fırat’ın muhafazasına memur etmişti. Savaş artık kaçınılmaz olmuştu. Muharremin onuncu günü düşman askeri saflar halinde yerlerini almışlardı.

Hür bin Riyahi, Ömer bin Sa’d’ın yanına gelip: “Ya İbni Sa’d! Hüseyin’le savaşmak, kesinleşmiş midir?” dedi
İbni Sa’d: “Evet! Kesinleşmiştir, bu meydanda kanlar dökülecektir” dedi.
Hür: “Öyle ise ben Hüseyin’le savaşmak istemiyorum. Bir baksana biz kaç kişiyiz, bir de Hüseyin’e bak. Onlar kaç kişi. Üzerine çullanacağınız bu insanlar, kendisinden şefaat beklediğiniz Hz. Muhammed’in evlatlarıdır. Yarın kıyamet günü Resulallah’a nasıl cevap vereceksin?” dedi.
Ömer bin Sa’d, bu soruya cevap vermedi. Hür’ün rengi solmuştu, bu adaletsizliğe karşı vücudu tir tir titriyordu.
Kardeşi görmüştü Hür’ü: “Ya Hür! Nedir bu halin, seni hiç böyle solgun görmemiştim. Senin gibi bir savaşçı, bu duruma düşer mi” dedi.
Hür: “Ey kardeş! Şu anda en büyük savaş, benim yüreğimde, vicdanımda oluyor. Hak ile batıl savaşıyor” diye cevap verdi.
Kardeşi, nedenini sorunca da Hür: “Şunun içindir ki, biz bir orduyuz, karşımızda bir avuç masum aile var. Bunlara saldırmak, mertliğin şanına yakışır mı? Hüseyin haklıdır, yiğittir, haksızlığa boyun eğmemiştir. Canı pahasına dedesinin ve babasının kurduğu yolu korumaya çalışıyor. Ben kılıç çekemem bunlara, kıyamam bunlara” diyerek düşündüklerini kardeşine söyledi.
Ağabeyi Hür’den bu sözleri işiten kardeşi: “Ey yiğit kardeş! Sen vicdanının sesini dinle” dedi.
Hür: “Öyle ise Kardeş! Ben Hüseyin’in tarafına geçiyorum, istersen sen de gel” dedi. İki kardeş, atlarına atlarlar, dolu dizgin sürerler atlarını Hüseyin’den tarafa.
Toz bulutu içinde iki atlının geldiğini görürler. İmam Hüseyin, bakar ve tanır, gelen komutan Hür’dür. Hür, atından iner, İmam Hüseyin’in önünde diz çöküp: “Ya Hüseyin! Ben ve kardeşim birlikte, senin yanında canımızı feda etmeye geldik.”
İmam Hüseyin: “Ya Hür! Cenab-ı Hakk ve ceddim Muhammed, sizden razı olsun. Benim için canlarınızı feda etmeyiniz, sizler bizim misafirimizsiniz, buyurun oturun” dedi.
Hür İbni Riyahi: “Ya Hüseyin! Size ilk karşı çıkan, yolunuzu kesen ben oldum. İzin ver, senin yolunda ilk şehitte ben olayım” diyerek savaş meydanına çıkmak için izin istedi ve atına atlayıp, yıldırım gibi savaş meydanına sürdü. Düşman safları önüne gelince: “Ey Yezid köleleri! Ben Hür bin Riyahi’yim, biraz önce ben de sizin gibi batıl bir inancın peşindeydim ama şimdi haklı bir davanın peşindeyim. Ey İslamiyet iddiasında bulunanlar! Kime kılıç çekiyorsunuz? Karşınızdakiler, Peygamber kanından ve canından hasıl olmuş suçsuzlardır. Bir taraftan Peygamber ve evladına Salâvat getiriyor, bunlardan şefaat diliyorsunuz, diğer taraftan da öldürüyorsunuz.
O vakit akılsız İbni Sa’d, Hür bin Riyahi’yi karşısında görünce korkmuştu. Safvan adındaki bir nâmerde: “Yürü var şu Hür’e nasihat et, aklını başına toplasın. Mal ve para vaat edip kendisini kandırmaya çalış” diyerek Hür’ün karşısına çıkardı.
Safvan: “Ey Hür! Akıl ve tedbir sahibi olmak gerek… Dünya nimetlerinden ayrılıp bu zilleti neden seçtin?” diyerek, Hür’ün aklını başına getirmeye çalıştı.
Hür: “Ey cahil herif! Âlemde izzet, Âl-i Resule hizmettedir. Hangi akılsız, fani bir nimet için baki olan bir devleti bırakır” diyerek, Safvan’ın hucumunu bekledi. Safvan Hür’ün üzerine atılıp ilk hamlesini yaptı. Ancak Hür, bir hamlede kâfirin işini bitirmişti.
Hür, peş peşe gelen birkaç namerdi de cehenneme yolladıktan sonra, atını doludizgin çadırlara sürdü, geldi İmam Hüseyin’in önünde durdu, atının üzerinde sallanıyordu. İmam Hüseyin, yardım etti, yere indirdi. Hür diz üstü oturdu, elleri İmam Hüseyin’in ellerindeydi: “Ya İmam! Benden razı mısın? Sana önce ben karşı çıktım, yolunda önce ben şehitlik şerbetini içeceğim” dedi.

Kudret kandilinden bir kalem
Yazmış su diye su diye
Şah Hüseyin Kerbelâ’da
Gezmiş su diye su diye

Çekip ordusun gelince
Şah’ın cemalin görünce
Hür şehit meydana önce
Girmiş su diye su diye

Kerbelâ’da zulüm vardı, ağıt vardı, su feryatları vardı. İmam Hüseyin bu yiğit insanın başını, bağrına bastı, her yanından kanlar akıyordu: “Ya Hür! Ceddim ve ben senden razıyız, senin adın Har idi, bundan böyle Hür olsun. Her iki cihanda da Hür olasın, Hür şehit olasın” diyerek onun maneviyatını yükseltmeye çalıştı.
Hür, kılıcına dayandı, zoraki atına bindi ve tekrar düşman safları üzerine atını sürdü. Üzerine her taraftan mızraklar yağıyordu. Bu arada atı sakatlanmış, yaya kalmıştı. İmam Hüseyin bunu gördü ve hemen yürük bir at gönderdi. Hür bu ata binip tekrar savaşmağa başlamıştı ki, gaipten bir ses: “Ey Hür! Sana müjde olsun ki, huri ile gılmanın, yüzünü görmeye hak kazandın” diye müjde veriyordu.Ancak Hür, etrafını saran yüzlerce namerdin kılıç ve mızrak darbeleri altında, alkanlar içinde cansız yere yuvarlanmıştı. Yere düşerken, son feryadı, çöllerde yankılanmıştı: “Medet Allah’ım.. Medet ya Muhammed!” Hür şehit yoktu artık!..
Devam edecek

Hakkı SAYGI (Baba)

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

18Daha fazla mesaj var Kerbela Kategori
Sizin için önerilen
Şairin Aşure günü “kime yas tutuluyor?” diye sorması – Mesnevi

 Kendine ağla…. Ey Hüseyin aşığı; O Şehitler serdarı zulmün deryasına daldı. Ecel şerbetini mazlumlar için...