HOCA AHMET YESEVÎ
HOCA AHMET YESEVÎ
Muhammed Ali neslinden gelen ulu bir pirdir. Yesevîliğin piri devrin Kurbul Aktab’ı ve Kamil-i mürşit makamının sahibidir. 1093 yılında Türkistan da Sayram Kasabasında doğmuştur. Manevi eğitimini Aslan babadan almış Türk boylarının İslami benimsemesinde büyük etkisi olan Ahmet Yesevi Türkçe yazmış olduğu “Hikmet” adı verilen doğuşları daha sonra Divan-ı Hikmet adı altında toplanmıştır. Yesevi öğretisi başta Horasan olmak üzere İran, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlara kadar uzanan bir alanda etkili olmuş ve bölge halkının manevi eğitiminde önemli rol oynamıştır. Devrin Ehlibeyt ocakları ve dergahları Ahmet Yesevi’nin çevresinde birleşmiş ve gerçek İslam’ın hayat bulmasında önemli görev üstlenmiştir. Kadın erkek eşitliği, vahdeti vücud, Tevhid, Enel Hak, dört kapı kırk makam öğretisi, aşk ile erenlerin yolu, gönüllerde yeniden hayat bulmuştur.
Ahmet Yesevi Ehlibeyt, 12 İmamlara hem soy hen de yol olarak bağlıdır. Özellikle Hallaç-ı Mansur’un Ortaasya ve Horosan’da yaptığı etkinin derin izlerini Ahmet Yesevi’de görmek mümkün.
Kendisinden sonra Anadolu ve Balkan’ları irşat edecek Hacı Bektaş-ı Veli’ye Muhammed Ali’den gelen emanetleri bırakmıştır. Saru Saltuk, Şıh Hasan, Demirci Baba (Deliorman), Avşar Baba (Niyazabad), Pir Dede (Merzifon), Akyazılı Sultan(Varna), Geyikli Baba (Bursa), Abdal Musa (Antalya-Elmalı), Baba İlyas (Amasya), Horos Dede (İstanbul), Emir Sultan (Yozgat), Gaj-Gaj Dede Tokat, Şeyh Nuster (Zile) gibi Orta asya ve Horasan’dan gelen tüm erenler Ahmet Yesevi’ye bağlıdır.
1166 yılında vefat etmiş olan pir-i Türkistan namı ile de bilinen Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi Türkistan şehrindedir. Türkistan pirlerinin piridir. Kurbul Aktab zamanın manevi önderidir. Timur Han tarafından kendisine yapılan türbede makamı bulunmaktadır. Ahmet Yesevi’nin Anadolu’da Kırıkkale’de oğlu Haydar Sultan’ın makamı bulunmaktadır. Ayrıca Ahmet Yesevi soyundan gelen bir ocak Tunceli ilinde bulunmaktadır. Ahmet Yesevi ocağı olarak anılan bu ocak mensupları Ahmet Yesevi soyundan gelmektedir.
Aslan Baba ile gelen Muhammed Ali Yolu
Ahir zaman ümmetleri dünyâ fâni bilmezler
Gidenleri görürler de ondan ibret almazlar
HOCA AHMET YESEVÎ
Muhammed Ali neslinden gelen ulu bir pirdir. Yesevîliğin piri devrin Kurbul Aktab’ı ve Kamil-i mürşit makamının sahibidir. 1093 yılında Türkistan da Sayram Kasabasında doğmuştur. Manevi eğitimini Aslan babadan almış Türk boylarının İslami benimsemesinde büyük etkisi olan Ahmet Yesevi Türkçe yazmış olduğu “Hikmet” adı verilen doğuşları daha sonra Divan-ı Hikmet adı altında toplanmıştır. Yesevi öğretisi başta Horasan olmak üzere İran, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlara kadar uzanan bir alanda etkili olmuş ve bölge halkının manevi eğitiminde önemli rol oynamıştır. Devrin Ehlibeyt ocakları ve dergahları Ahmet Yesevi’nin çevresinde birleşmiş ve gerçek İslam’ın hayat bulmasında önemli görev üstlenmiştir. Kadın erkek eşitliği, vahdeti vücud, Tevhid, Enel Hak, dört kapı kırk makam öğretisi, aşk ile erenlerin yolu, gönüllerde yeniden hayat bulmuştur.
Ahmet Yesevi Ehlibeyt, 12 İmamlara hem soy hen de yol olarak bağlıdır. Özellikle Hallaç-ı Mansur’un Ortaasya ve Horosan’da yaptığı etkinin derin izlerini Ahmet Yesevi’de görmek mümkün.
Kendisinden sonra Anadolu ve Balkan’ları irşat edecek Hacı Bektaş-ı Veli’ye Muhammed Ali’den gelen emanetleri bırakmıştır. Saru Saltuk, Şıh Hasan, Demirci Baba (Deliorman), Avşar Baba (Niyazabad), Pir Dede (Merzifon), Akyazılı Sultan(Varna), Geyikli Baba (Bursa), Abdal Musa (Antalya-Elmalı), Baba İlyas (Amasya), Horos Dede (İstanbul), Emir Sultan (Yozgat), Gaj-Gaj Dede Tokat, Şeyh Nuster (Zile) gibi Orta asya ve Horasan’dan gelen tüm erenler Ahmet Yesevi’ye bağlıdır.
1166 yılında vefat etmiş olan pir-i Türkistan namı ile de bilinen Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi Türkistan şehrindedir. Türkistan pirlerinin piridir. Kurbul Aktab zamanın manevi önderidir. Timur Han tarafından kendisine yapılan türbede makamı bulunmaktadır. Ahmet Yesevi’nin Anadolu’da Kırıkkale’de oğlu Haydar Sultan’ın makamı bulunmaktadır. Ayrıca Ahmet Yesevi soyundan gelen bir ocak Tunceli ilinde bulunmaktadır. Ahmet Yesevi ocağı olarak anılan bu ocak mensupları Ahmet Yesevi soyundan gelmektedir.
Aslan Baba ile gelen Muhammed Ali Yolu
Ahir zaman ümmetleri dünyâ fâni bilmezler
Gidenleri görürler de ondan ibret almazlar
Erenlerin kıldığını görüp rağbet etmezler
Arslan Babam sözlerini dinleyiniz teberrük
Ahmet Yesevi’nin doğuşları veya hikmetleri
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci, cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek, bağrımı deştim işte.
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.
Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verende şaştım işte.
İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun, iman nuru götürdüm işte.
Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.
Garip, fakir, yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz, sen ver sebep, kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.
Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp, kanayıp dolup taştım işte.
İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum işte.
“Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti, Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.
Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup, kavrulup söndüm işte.
Adım, sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup, muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.
Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.
Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh, tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı, halka yaralı, boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin , hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi, kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın, yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli, Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim, nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.”dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker, Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin;
Nereye varsanız, vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun, kılmadan tâat;
Hâceyim, deyip yolda kalsan, vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi, zikrini deyip yürüdüm işte.
Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
O sebepten aşk dükkânını kurdum işte.
On birimde rahmet denizi dolup taştı;
“Allah!” dedim, şeytan benden uzaklaştı;
Geçici heves, ben-sen fikri durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm işte.
On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim;
Nefs başına yüzbin belâ tutup saldım;
Kibirlenmeyi yere vurup yenebildim;
On dördümde toprak gibi oldum işte.
On beşimde hûri, gılman karşı geldi;
Baş eğerek, el bağlayıp tâzim kıldı;
Firdevs adlı cennetinden habersi geldi;
Didar için hepsini terk ettim işte.
On altımda bütün ruhlar nasip verdi;
“Size mübârek olsun !” diyerek Âdem geldi;
“Evladım!” deyip, boynuma sarılıp gönlümü aldı;
On yedimde Türkistan’da bulundum işte.
On sekizde kırklar ile şarap içtim;
Zikrini deyip, hazır durup göğsümü deştim;
Nasip kıldı, cennet gezip hûriler kucakladım;
Hak Mustafa cemalini gördüm işte.
On dokuzda yetmiş makam gösteriverdi;
Zikrini dedim, içim dışım temizlendi;
Nereye varsam, Hızır Baba’m hazır oldu;
Gavsu’l-gıyâs mey içirdi, duydum işte.
Yaşım yirmiye ulaştı, makamlar aştım;
Allah’a hamd olsun, pîr hizmetini tamamladım;
Dünyadaki kurt ve kuşlarla selâmlaştım;
O sebepten Hakk’a yakın oldum işte.
Mü’min değil, hikmet işitip ağlamıyor;
Erenlerin dediği sözü dinlemiyor;
Âyet, hadis mânasını anlamıyor;
Bu rivayeti Arş üstünde gördüm işte.
Rivayeti görüp Hak’la söyleştim ben;
Yüz bin türlü meleklerle yüzleştim ben;
O sebepten Hakk’ı anıp izleştim ben;
Can ve gönlümü O’na feda kıldım işte.
Kul Hâce Ahmed, oldu yaşın yirmi bir;
Ne yapacaksın, günahların dağdan ağır;
Kıyamet günü azap kılsa, Rabb’im kadir;
Eya dostlar, nasıl cevap vereceğim işte.
- H İ K M E T
Ey dostlar temiz aşkını ele aldım
Bu dünyayı düşman tutup yürüdüm ben işte
Yakam tutup hazretine sığınıp geldim
Aşk kapısında Mansur gibi oldum ben işte
Aşk yolunda aşık olup Mansur geçti
Belini bağlayıp Hakk işini sıkı tuttu
Melametler ihanetler çok işitti
Ey müminler hem Mansur oldum ben işte
Aşık Mansur “Enel Hakk’ i dile getirdi
Cebrail gelerek “Enel Hakk”ı beraber söyledi
Cebrail gelerek başın ver deyip yola saldı
Darağacına asılıp cemalini gördüm ben işte
Mansur gelince darağacı eğilip kendi aldı
Batın gözü açık olanlar hayran kaldı
Işık salıp Allah kendisi nazar eyledi
Ey sevgili deyip cemalini gördüm ben işte
Nida geldi o darağacına çok boğma” diye
“Sıkı dur her yan bakıp sen ağma”diye
Taşa dedi “Emrimi tutup sen değmeyesin”
Levh-i Mahfuz tahtasında gördüm ben işte
Üçyüz molla yığılıp yazdı çok rivayet
Şeriatdır ben de yazayım bir rivayet
Tarikatda hakikatda haktır himaye etmek
Başımı verip Hakk sırrını bildim ben işte
“Enel Hakk’ın manasını bilmez cahil
Bilge gerek bu yollarda mertlerin denizi
Akıllı kullar Hakk yadını dedi sevgili
Candan geçip Sevgili’yi sevdim ben işte
İma eyledim bilge olsa ibret alsın
Zahir ilminden yazıp söyledim işaret kalsın
İnci gevher sözlerimi gönlüne koysun
Halden deyip aşıklara verdim ben işte
Sahibsiz Mansur hor görülmekle oldu tam
Bir söz ile dostlardan oldu ayrı
Kalb halini hiç kimse bilmez Tanrım tanık
Kanlar yutup ben hem tanık oldum ben işte
Şeyh Mansur’un “Enel Hakk”ı yersiz değil
Yolu bulan bize benzer günahkar değil
Her soysuzlar bu sözlerden haberli değil
Haberli olup Hakk kokusu aldım ben işte
Bir gece seherde garip Mansur çok ağladı
Işık salıp Allah kendisi rahmeyledi
Ondan sonra kırklar bakarak şarap verdi
Bilgelere bu sözleri dedim ben işte
Cahillere essiz sözüm hayfı hikmet
İnsanım deyip belini bağlar hani himmet
Dünya için birbirine eylemez şefkat
Zalimlere esir olup öldüm ben işte
Zalimlerde had ne ola bizde günah
Dervişlerin huyu kötü, geçmez dua
O sebepten sultan kılar bize cefa
Ayet hadis anlamından söyledim ben işte
Zalim eğer cefa eylese Allah de
Elini açıp dua eyleyip boyun eğ
Hakk yardımına yetmez olsa endişe eyle
Hakk’dan işitip bu sözleri söyledim ben işte
Zalim eğer zulüm eylese bana ağla
Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla
Haram şüphe terk ederek yürek dağla
Zalimlere yüzbin bela verdim ben işte
Zalimlerin yakınlığı nedir ben yaratan
Yaradan’ı aklına getirmeden sen unutan
Benden vazgeçip zalimlerin elini tutan
Zalimlere kendim kıymet verdim ben işte
Sana ceza Yaradan’a yalvarmadın
Allah deyip geceleri kalkıp inlemedin
Gerçeklerden sözler söyledim işitmedin
Zalimlerin elini uzun kıldım ben
Ey habersiz Hakk’â gönül yürütmedin
Dünya haram ondan gönül soğutmadın
Nefsden geçib Allah’a doğru yönelmedin
Bu nefs için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte
Zalimleri şikayet etme zalim kendin
Huyun riya etki etmez halka sözün
Dünya malını dolu verdim doymaz gözün
Harisleri “Siccin” içine saldım ben işte
Kızıl dudağı hareketlenip söyledi seni
Can ve kalbim ümmetlerinin gözünün aydınlığı
Hakk’a kul bana ümmet olan hani
Gerçek ümmetin sinesine koydum ben işte
Kul Hoca Ahmed Hakk sözünü söyleyip geçti
Aynel-yakin tarikatta bozlayıp geçti
İlmel-yakin Şeriatı gözleyip geçti
Hakkel-yakin hakikatından söyledim ben işte
Gidenleri görürler de ondan ibret almazlar
Erenlerin kıldığını görüp rağbet etmezler
Arslan Babam sözlerini dinleyiniz teberrük.
Ahmet Yesevi’nin doğuşları veya hikmetleri
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci, cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek, bağrımı deştim işte.
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.
Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verende şaştım işte.
İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun, iman nuru götürdüm işte.
Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.
Garip, fakir, yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz, sen ver sebep, kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.
Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp, kanayıp dolup taştım işte.
İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum işte.
“Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti, Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.
Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup, kavrulup söndüm işte.
Adım, sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup, muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.
Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.
Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh, tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı, halka yaralı, boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin , hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi, kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın, yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli, Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim, nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.”dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker, Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin;
Nereye varsanız, vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun, kılmadan tâat;
Hâceyim, deyip yolda kalsan, vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi, zikrini deyip yürüdüm işte.
Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
O sebepten aşk dükkânını kurdum işte.
On birimde rahmet denizi dolup taştı;
“Allah!” dedim, şeytan benden uzaklaştı;
Geçici heves, ben-sen fikri durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm işte.
On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim;
Nefs başına yüzbin belâ tutup saldım;
Kibirlenmeyi yere vurup yenebildim;
On dördümde toprak gibi oldum işte.
On beşimde hûri, gılman karşı geldi;
Baş eğerek, el bağlayıp tâzim kıldı;
Firdevs adlı cennetinden habersi geldi;
Didar için hepsini terk ettim işte.
On altımda bütün ruhlar nasip verdi;
“Size mübârek olsun !” diyerek Âdem geldi;
“Evladım!” deyip, boynuma sarılıp gönlümü aldı;
On yedimde Türkistan’da bulundum işte.
On sekizde kırklar ile şarap içtim;
Zikrini deyip, hazır durup göğsümü deştim;
Nasip kıldı, cennet gezip hûriler kucakladım;
Hak Mustafa cemalini gördüm işte.
On dokuzda yetmiş makam gösteriverdi;
Zikrini dedim, içim dışım temizlendi;
Nereye varsam, Hızır Baba’m hazır oldu;
Gavsu’l-gıyâs mey içirdi, duydum işte.
Yaşım yirmiye ulaştı, makamlar aştım;
Allah’a hamd olsun, pîr hizmetini tamamladım;
Dünyadaki kurt ve kuşlarla selâmlaştım;
O sebepten Hakk’a yakın oldum işte.
Mü’min değil, hikmet işitip ağlamıyor;
Erenlerin dediği sözü dinlemiyor;
Âyet, hadis mânasını anlamıyor;
Bu rivayeti Arş üstünde gördüm işte.
Rivayeti görüp Hak’la söyleştim ben;
Yüz bin türlü meleklerle yüzleştim ben;
O sebepten Hakk’ı anıp izleştim ben;
Can ve gönlümü O’na feda kıldım işte.
Kul Hâce Ahmed, oldu yaşın yirmi bir;
Ne yapacaksın, günahların dağdan ağır;
Kıyamet günü azap kılsa, Rabb’im kadir;
Eya dostlar, nasıl cevap vereceğim işte.
- H İ K M E T
Ey dostlar temiz aşkını ele aldım
Bu dünyayı düşman tutup yürüdüm ben işte
Yakam tutup hazretine sığınıp geldim
Aşk kapısında Mansur gibi oldum ben işte
Aşk yolunda aşık olup Mansur geçti
Belini bağlayıp Hakk işini sıkı tuttu
Melametler ihanetler çok işitti
Ey müminler hem Mansur oldum ben işte
Aşık Mansur “Enel Hakk’ i dile getirdi
Cebrail gelerek “Enel Hakk”ı beraber söyledi
Cebrail gelerek başın ver deyip yola saldı
Darağacına asılıp cemalini gördüm ben işte
Mansur gelince darağacı eğilip kendi aldı
Batın gözü açık olanlar hayran kaldı
Işık salıp Allah kendisi nazar eyledi
Ey sevgili deyip cemalini gördüm ben işte
Nida geldi o darağacına çok boğma” diye
“Sıkı dur her yan bakıp sen ağma”diye
Taşa dedi “Emrimi tutup sen değmeyesin”
Levh-i Mahfuz tahtasında gördüm ben işte
Üçyüz molla yığılıp yazdı çok rivayet
Şeriatdır ben de yazayım bir rivayet
Tarikatda hakikatda haktır himaye etmek
Başımı verip Hakk sırrını bildim ben işte
“Enel Hakk’ın manasını bilmez cahil
Bilge gerek bu yollarda mertlerin denizi
Akıllı kullar Hakk yadını dedi sevgili
Candan geçip Sevgili’yi sevdim ben işte
İma eyledim bilge olsa ibret alsın
Zahir ilminden yazıp söyledim işaret kalsın
İnci gevher sözlerimi gönlüne koysun
Halden deyip aşıklara verdim ben işte
Sahibsiz Mansur hor görülmekle oldu tam
Bir söz ile dostlardan oldu ayrı
Kalb halini hiç kimse bilmez Tanrım tanık
Kanlar yutup ben hem tanık oldum ben işte
Şeyh Mansur’un “Enel Hakk”ı yersiz değil
Yolu bulan bize benzer günahkar değil
Her soysuzlar bu sözlerden haberli değil
Haberli olup Hakk kokusu aldım ben işte
Bir gece seherde garip Mansur çok ağladı
Işık salıp Allah kendisi rahmeyledi
Ondan sonra kırklar bakarak şarap verdi
Bilgelere bu sözleri dedim ben işte
Cahillere essiz sözüm hayfı hikmet
İnsanım deyip belini bağlar hani himmet
Dünya için birbirine eylemez şefkat
Zalimlere esir olup öldüm ben işte
Zalimlerde had ne ola bizde günah
Dervişlerin huyu kötü, geçmez dua
O sebepten sultan kılar bize cefa
Ayet hadis anlamından söyledim ben işte
Zalim eğer cefa eylese Allah de
Elini açıp dua eyleyip boyun eğ
Hakk yardımına yetmez olsa endişe eyle
Hakk’dan işitip bu sözleri söyledim ben işte
Zalim eğer zulüm eylese bana ağla
Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla
Haram şüphe terk ederek yürek dağla
Zalimlere yüzbin bela verdim ben işte
Zalimlerin yakınlığı nedir ben yaratan
Yaradan’ı aklına getirmeden sen unutan
Benden vazgeçip zalimlerin elini tutan
Zalimlere kendim kıymet verdim ben işte
Sana ceza Yaradan’a yalvarmadın
Allah deyip geceleri kalkıp inlemedin
Gerçeklerden sözler söyledim işitmedin
Zalimlerin elini uzun kıldım ben
Ey habersiz Hakk’â gönül yürütmedin
Dünya haram ondan gönül soğutmadın
Nefsden geçib Allah’a doğru yönelmedin
Bu nefs için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte
Zalimleri şikayet etme zalim kendin
Huyun riya etki etmez halka sözün
Dünya malını dolu verdim doymaz gözün
Harisleri “Siccin” içine saldım ben işte
Kızıl dudağı hareketlenip söyledi seni
Can ve kalbim ümmetlerinin gözünün aydınlığı
Hakk’a kul bana ümmet olan hani
Gerçek ümmetin sinesine koydum ben işte
Kul Hoca Ahmed Hakk sözünü söyleyip geçti
Aynel-yakin tarikatta bozlayıp geçti
İlmel-yakin Şeriatı gözleyip geçti
Hakkel-yakin hakikatından söyledim ben işte
Verdiğiniz tarihlerin doğru olduğunu önce siz kanıtlayın. Gerçekler güneş misalidir. Gerçekler nuruna vakıf olmuş ulu kişilerden gelen bilgileri bizler yayınlıyoruz. Ayrıca mana aleminde neler olduğu konusunda bir bilginiz var mı? Batın aleminin sırlarına bir vakıf olun o zaman gerçekleri anlarsınız…Ahmet Yesevi hazretleri konusunda uzman olanlardan biriside Sayın Namık Kemal Zeybek’tir. Sayın Zeybek verdiğiniz tarihi Ahmet Yesevi’nin dergahının altındaki çilehaneye çekilme tarihi olarak verir. Ayrıca Hacı Beştaş-ı Veli gibi velayet nuruna sahip ulu bir kişiden gelen bilgilere bizler inanır ve iman ederiz.
http://www.anayurtgazetesi.com/yazar/Ahmet-Yesevi-ve-Haci-Bektas-Veli-1-/27746/
1166 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuş biri 1209 doğumlu Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’ye nasıl emanet bırakmış açıklar mısınız? Gerçekleri saptırmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz?