İmam Hüseyin oğlu Zeynel Abidin ve Zeynep Ana

Example HTML page

Değerli Sosyal Medya dostlarım, kanlı Kerbela faciasını anlatırken; sık sık kıyam sözünü kullanıyorum. Çünkü “kıyam”, ayağa kalkış, kutsal diriliş ve yeniden doğuş anlamlarına gelmektedir. Bu ayağa kalkış, kutsal diriliş, o kadar açıktır ki, hiçbir delil göstermeye gerek yoktur. Bundan dolayıdır ki, bu kıyamın özelliklerini incelemek ve gerçek yönlerini ortaya koymak çok önemlidir.

Acaba bu ayağa kalkış, kutsal diriliş kıyamın uygulanış biçimi ile mi, yoksa kıyamın ülkü ve idealleri ile mi ilgilidir? Veya kıyamı, vücuda getirenlerin şahsiyet ve karakterleri ile mi ilgilidir?

Kerbela kıyamını ele aldığımız zaman, en bariz iki özelliği olduğunu görürüz. Bu özelliklerin birinci ayağı Şahadet faslı, ikinci ayağı ise Esaret faslıdır. Kerbela faciasını bu iki özelliği ile ele almak ve buna göre irdelemek gerekir. Eğer kanlı Kerbela kıyamı, günümüze dek aynı duygu ve tazeliğini muhafaza ediyorsa ki ediyor, bu iki özelliğinden dolayıdır.

Bu iki özellikten birincisi: On Muharrem günü Kerbele çölünde İslam ve insanlık uğrunda canlarını feda eden Kebela şehitlerdir.
İkincisi ise: Facia sonrası Ehlibeyt ailesinin yaşadığı esarettir. Sonuç olarak Kerbela kıyamının manevi liderleri: Şehitler ve Esirlerdir.

Bu iki özellikten birincisi: Kerbela çölünde haksızlıklara boyun eğmeyerek, dedesi Hz. Muhammed ve babası Hz. Ali’nin yakmış olduğu İslam meşalesini, hiç sönmeden günümüze kadar taşıyan. Yine bu uğruda tüm yakınlarını şehit veren Hz. İmam Hüseyin ve diğer şehitlerdir.

İkincisi özelliği ise esirlerdir: Çünkü esirler kervanı, Kerbela kıyamının günümüze dek tazeliğini korumasında özel bir görev üstlendiler. Bugün içi Ehlibeyt sevgisiyle dopdolu olan her Müslüman’ın dilinde, Ehlibeyt kadınlarının ve çocukların, kızgın çöllerde ve çıplak devler üzerinde günlerce Küfe ve Şam yollarındaki serüvenleri söylenmektedir, onlar için ağıtlar, mersiyeler düzülmektedir. Eğer bu iki unsur olmasaydı kıyam hedefine ulaşmış olamazı.

İşte bu yüzden kıyamın önderi Hz. İmam Hüseyin; kendi kadın ve çocuklarından olan Ehlibeyt hanedanını da beraberinde getirmişti. On Muharrem günü kanlı facianın yaşandığı anda; İmam Zeynel Abidin’in, Allah’ın iradesiyle hastalanması ve savaşa katılamayıp esir düşmesinin önemli bir ilahî hikmeti olmalıydı ve öyle de olmuştur.

Hz. İmam Zeynel Abidin, Kerbelâ faciası anında henüz 21 yaşlarında ve hastadır. Hz. İmam Hüseyin’in en son olarak henüz süt emen minicik yavrusu Ali Asker’i de şehit verdiğini gören Zeynel Abidin, sıranın kendisine geldiğini düşünerek, düşe-kalka silahlarını kuşanıp savaşa hazırlanış ve babasına giderek: Elini öpüp, savaşa çıkmak için izin istediğinde, Hazret-i İmam Hüseyin’in: “Hayır oğlum! Sen bu savaşa katılmayacaksın, bu savaşta sana şahadet izni verilmedi, sen kalacaksın ki soyumuz, yani Hz. Muhammed’in Ehlibeyt’i’nin soyu, seninle devam edecektir” diyerek, oğluna izin vermediği bilinmektedir.
Çünkü bunun böyle olacağı, Kur’an ile de onaylanmıştır. Kur’an’daki “Kevser Suresinin birinci ayetinde: “Ey Resulüm! Biz, sana kevseri verdik, senin soyun Kevser’den yürüyecektir” denilmektedir. Kevser, “Hazret-i Fatıma’tüz Zehra ile Hazret-i Ali Keremullahu Veche’dir.

İşte bundan dolayıdır ki, Ehlibeyt hanedanının soyunun günümüze kadar gelmesi ve bu soyun devam etmesinde, Zeynel Abidin’in özel bir rolü vardır. Ondan başka hiç kimse bu görevi hakkıyla yerine getiremezdi. Ancak, burada kıyam önderinin, yani Hz. İmam Hüseyin’in bacısı ve Şah-ı Velâyet İmam Ali’nin kızı Zeynep-i Kübra’nın, Kerbela faciası sırasında ve daha sonraki esaret sırasında yüklendiği rol ve göstermiş olduğu fedekarlık, hiçbir zaman akıllardan çıkmamalıdır.

Hz. İmam Zeynel Abidin’in yüklendiği görev daha başkaydı. Hz. İmam Hüseyin’in başlatmış olduğu bu kıyamı ,o keremler sahibi, yüceler yücesi Tanrı planladığı için, hikmetinin gereği olarak, bu facianın çeşitli kesitlerinde, özel bir görevi yürütmek üzere belli kimseleri seçmişti. Seçilen bu kimselerden birisi de İmam Zeynel Abidin Hazretleri idi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu kıyam sırasında kendisine şahadet izni verilmeyen İmam Zeynel Abidin, ilâhi hikmet gereği, bu facia esnasında hastalandı ki, şahadet kalemiyle değil, esaret kalemiyle tarihe geçmiş oldu ve böylece Kerbela faciasının ikinci bölümünde görev aldı.

Kerbela kıyamından sonraki otuz yedi yıllık zaman içersinde hem İslam ümmetinin, imamet önderliğini yürüttü, hem de Kerbela kıyamından sonra, bu olayı yanlış mecralara sürüklemeye çalışan ve Kerbela olayını, bir hilafet meselesiymiş gibi göstermeye çalışan kimselere karşı yürüttü. Kerbela kıyamını, eleştirenlere karşı; en aydınlatıcı açıklamaları yaptı ve Ümeyye oğullarının gerçek yüzlerini tüm âleme göstermiş oldu. Böylece Yezid ve yandaşlarının yaptıkları bu kıyımın, tarihe kanlı bir sayfa olarak geçmesini sağlamış oldu.

İmam Zeynel Abidin, esaret döneminin en canlı tanıklarından birisi olmak hasebiyle, uyumuş ve gaflete dalmış olan düşünceleri, uyandırdı. Böylece, sözde inanmış görünen Ümeyye oğullarının ve Emevi zalimlerinin çirkin yüzlerindeki maskelerini düşürdü, onların alçak ve iğrenç yanlarını tüm cihana göstermiş oldu.

Hz. Zeynel Abidin’in hiç ara vermeden yaptığı bu açıklamalar, halkın kalp, göz ve kulaklarını örten cehalet ve gaflet perdelerini kaldırdı; onların, Kerbela gerçeğini görmelerini sağladı. Böylece Emevi zihniyetinin, kandırılmış insanların yaptıkları bu çirkin ve kötü işleri anlatarak, kandırılmış ve aldatılmış olan insanların gözlerini açmış oldu. Zeynel Abidin, bu hareketiyle az öncesine kadar yaptıkları cinayetlerle övünen ve bunu bir galibiyetmiş gibi değerlendiren düşmanlarını, yaptıklarına pişman etti.

HAZRET-İ ZEYNEP

Yüce Allah’ın, âlemlere rahmet olarak gönderdiği ve “Eğer seni ve Ehlibeyt’ini yaratmayacak olsaydım, bu âlemleri yaratmazdım” dediği Hz. Peygamber Efendimizin Ehlibeyt’ini, yani Kerbela faciasının esirlerini, çıplak develer üzerinde ve kızgın çöl güneşin altında Kufe’deki Ubeydullah bin Ziyad’ın sarayına getirmişlerdi.

Hz. Zeyneb-i Kübra, Küfe halkına çok etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasına şöyle başladı: “Ey küfeliler, dinleyin!“ Bu ses ile beraber tüm nefesler, sineye çekildi, develer ve atlar bile bir müddet hareket etmeden öylece kaldılar. Rüzgar, dahi Zeynep’in sesine mikrofonluk yapmak için yavaş yavaş, harakete geçti. Tüm insanlar, Ali kızı Zeynep’i dinlemek için sabırsızlanmaya başladılar. Acaba bu esir hanım, ne konuşacak diye pür dikkat olmuşlardı.

Hz. Zeynep: Allah’a Hamd-u Sena olsun. Salât ve selam benim babam Hz. Muhammed’e ve onun temiz soyuna olsun” deyince, herkes şaşkınlık içerisinde birbirlerinin yüzlerine bakmaya başladılar. O’nun sesini duyup, ama onu göremeyenler ise: “ Hz. Ali mi gelmiş, bu ses Hz. Ali’nin sesine benziyor, zira bu fesahet ve belağat ile konuşuyor. Hz. Peygamber’den babam diye söz ediyor. Hani onları bize yabancılar ve Yezid’e karşı gelenler olarak tanıttılar; oysa bu hanım, Hz. Peygamber’den babam diye söz ediyor” diyerek, şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı.

Hz. Zeynep, daha ilk cümlesiyle halkın üzerinde şok etkisi yapan hitabesine şöyle devam etti: “Ey Küfe halkı! Ey aldatılmış zavallı halk, bize mi ağlı-yorsunuz? Oysa ki, bizim gözlerimiz hâlâ yaşlı, ıztıraplarımız dinmemiş, feryatlarımız yatışmamıştır. Sizler, gerdanlığını kaybedip sonra da toprak içerisinde onu arayan kadın gibisiniz. Sizler, Allah ve Resulüne iman getirdiniz, ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp attınız. Sizden fesat, şer ve şarlatanlıktan başka bir şey de beklenemez. Sizler o güle benziyorsunuz ki ne yenilen nede koklanandır.

Sizin nefisleriniz ne kadar da kötü bir nefistir ki, sizler Allah’ın ve O’nun Resulünün gazabına uğramış ve cehennemlik olmuş bir toplumsunuz. Bizleri öldürdünüz, şimdi de bize ağlıyorsunuz. Evet! Allah’a yemin olsun ki çok ağlayın az gülün, bu işlediğiniz cinayetin kanı sizin yakanıza yapışmış, bu yaptığınız pis ve kötü amellerinizden kurtulamazsınız ve bu ar ve rezillik, sizi kahr edecek ve hiçbir suyla bu çirkef lekelerinizden arınmayacaksınız. Peygamber’in oğlu ve cennet gençlerinin efendisinin kanı, nasıl yıkansın? Siz, iyiliklerin mabedini ve yardıma muhtaç olanların derman kapısını yıkıp öldürdünüz. Siz, Allah’ın ve Resulünün size olan Hüccetini, öldürdünüz.

Ey Küfe halkı! Öyle büyük ve kötü bir günaha saplandınız ki, Allah’ın azap ve felaketi sizin üzerinizdedir. Uğraşlarınız, eliniz, yaptığınız her iş Allah’tan belâ olarak size dönsün ve maalesef o belayı sizler istediniz ve zillete düçar oldunuz. Ey Küfe halkı! Vay olsun size, kimin ciğerini söktüğünüzü biliyor musunuz? Siz, Muhammed Mustafa’nın göğsünü açıp, ciğerini aldınız, ismet perdesini yırttınız. Siz Peygamber’in kanını akıttığınızın farkında mısınız ve ona nasıl bir saygısızlık ettiğinizi biliyor musunuz? Siz öyle büyük bir günah işlediniz ki günahınız yer ve gökyüzünü doldurdu, sizin bu yaptığınız günah ve işlediğiniz cinayetten dolayı gökyüzünden kan yağmasına şaşırmayın.

Ahiret günü Allah’ın kahır ve zelil edici azabı haktır ve gerçekleşecektir. Ve o gün sizin için ne bir yardımcı, ne de kurtarıcı olacaktır. Allah’ın verdiği şu sürede mutluluk yaşamayın ve Allah, azap etmede acele etmez, sabrı çoktur ve bilin ki Allah, size bu cezayı vermek için sizi beklemektedir. Lebbeyk ya Zeynep.”

Hz. Zeynep, Küfe’deki bu hutbesinden sonra Şam sarayında Yezid’in önünde ve daha sonra Mekke ve Medine şehirlerinde yaptığı ateşli ve etkileyici konuşmaları ile İmam Hüseyin’in davasını tüm İslam âlemine duyurmuştur.

Hatta Medine Valisi, Yezid’e yazdığı bir mektupta, Zeynep hakkında şu ifadeleri kullanmıştı: “Zeyneb’in halk içersindeki varlığı, halkın yönetime karşı isyana yeltenmesine sebep olmaktadır. O, çok dirayetli ve akıllı ve hitabesi güçlü bir kadındır. halk içindeki varlığının, halkın yönetime karşı isyana yönelmesine sebebiyet verebileceğine dikkat çekmesine sebep olmuştur. Kendi yandaşları ile Hüseyin’in intikamını almaya azmetmiştir.”

Bu mektup üzerine yezid, Hz. Zeyneb’in halktan uzaklaştırılmasını emretmişve gözetim altında tutulması için Şam’a getirilmiştir. Ancak Hz. Zeynep, burada da rahat durmayarak, okuduğu ateşi hutbeleriyle;Yezid, yanlılarının uyguladıkları İslam dışı girişimlerini ve Hz. Hüseyin ve yakınlarını uyguladıkları zalimce muameleleri, şiddetle lânetledi.

Meşhur batılı yazar Frişler, Hz. İmam Hüseyin ve İran isimli kitabında şöyle yazıyor: “Kûfe de Zeyneb’in okuduğu hutbe, onca musibet ve zorlukların, kendi azizlerini kaybetmenin o yüce kadını dize getiremediğini ve iradesiz kılamadığını göstermektedir. Halbuki okuduğu o sert ifadeli hutbe anında kendisinin de öldürülmesi imkanı fazlaydı.”

Hakkı SAYGI (Baba)

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

18Daha fazla mesaj var Kerbela Kategori
Sizin için önerilen
Şairin Aşure günü “kime yas tutuluyor?” diye sorması – Mesnevi

 Kendine ağla…. Ey Hüseyin aşığı; O Şehitler serdarı zulmün deryasına daldı. Ecel şerbetini mazlumlar için...